Yazı · 18 Ara 2025
- Hayat
- Psikoloji
Freud, Bilinçdışı ve Kapitalizm: Tarihsiz Bir Kuram Gerçekten Tarihsiz midir?
Freud’un metinlerine kapitalizm eleştirisi bulma beklentisiyle yaklaşan okurlar çoğu zaman tatminsiz kalır. Kapitalizm ismiyle nadiren anılır; eleştiriler açık ve sistematik değildir. Freud, tarihsel bağlamdan ziyade daha nötr görünen “kültür” kavramını tercih eder ve bilinçdışının zamansızlığı fikriyle uyumlu bir kuramsal çerçeve kurar.
3 dk okuma

İçindekiler
Bu durum, bilinçdışının kapitalist toplumsal koşullardan bağımsız, tarihötesi bir yapı olduğu izlenimini yaratabilir. Ancak Freud’un klinik metinleri yakından incelendiğinde, bilinçdışının hiçbir zaman toplumsal gerçeklikten kopuk olmadığı; savaş, ekonomik kriz, otorite ilişkilerindeki dönüşüm ve özellikle baba işlevinin aşınması gibi kapitalist moderniteye özgü süreçlerin semptomların arka planında sürekli olarak yer aldığı görülür. Bu yazı, Freud’un görünürde tarihsiz olan kuramının, aslında kapitalist toplumsal düzenle nasıl iç içe geçtiğini tartışmayı amaçlamaktadır.
Freud’u okurken sıkça karşılaşılan bir beklenti vardır: Kapitalizmi doğrudan hedef alan, sömürü ilişkilerini ifşa eden, ekonomik düzeni açıkça eleştiren bir teoriyle karşılaşmak. Bu beklenti çoğu zaman boşa çıkar. Freud’un metinlerinde kapitalizm nadiren ismiyle anılır; zarar verici yönleri yalnızca birkaç açık pasajda dile getirilir. Bunun yerine “kültür”, “uygarlık” ya da “medeniyet” gibi daha kapsayıcı ve daha nötr kavramlar tercih edilir.
Bu tercih, Freud’un bilinçdışını tarihsel koşulların ötesinde konumlandıran yaklaşımıyla uyumludur. Bilinçdışı, Freud’a göre zamanı tanımaz; geçmiş ve şimdi, tarihsel dönemler ya da toplumsal rejimler arasında ayrım yapmaz. Bu noktada şu soru ortaya çıkar: Freud’un bilinçdışı gerçekten tarihdışı mıdır, yoksa bu tarihsizlik iddiası, kapitalist modernitenin özgül koşullarını görünmez mi kılar?
Tarihsizlik Yanılsaması
Freud’un kuramına yüzeysel bir bakış, bilinçdışının evrensel ve değişmez bir yapı olduğu sonucuna varabilir. Bastırma, arzu, suçluluk, yas ve melankoli gibi kavramlar tarihsel bağlamdan bağımsız işliyormuş gibi sunulur. Bu durum, bilinçdışını tarihötesi içeriklerin taşıyıcısı haline getirir ve onu neredeyse Jungcu kolektif bilinçaltıyla örtüşen bir konuma yerleştirir.
Ancak Freud’un metinlerine yakından bakıldığında bu benzerliğin oldukça sınırlı olduğu görülür. Freud’un klinik vakaları soyut bir “insan doğası”nın örnekleri değildir. Aksine, belirli bir tarihsel dönemin ve belirli bir toplumsal yapının içinden konuşurlar. Nevrotik semptomlar rastlantısal değildir; içinde ortaya çıktıkları dünyayla sürekli temas halindedir.
Toplumsal Gerçekliğin Semptomlardaki İzi
Freud’un analiz ettiği nevrotik karmaşaların önyüzünde her zaman çok somut toplumsal olgu ve süreçler yer alır. Savaşlar, ekonomik krizler, hızlı toplumsal dönüşümler ve artan güvencesizlik bu olguların başında gelir. Özellikle baba işlevinin aşınması, Freud’un metinlerinde merkezi bir yer tutar.
Baba figürü Freud’da yalnızca bireysel bir aile üyesi değildir. Baba, yasa, sınır ve otoriteyle ilişkilidir. Kapitalist moderniteyle birlikte bu figürün anlamı dönüşür. Geleneksel otorite biçimleri çözülürken baba artık mutlak bir yasa koyucu olmaktan çıkar. Bu dönüşüm, Freud’un metinlerinde sıkça rastlanan “otorite krizi”nin arka planını oluşturur.
Bu kriz, soyut bir psikolojik sorun değil; kapitalist toplumun yapısal dönüşümlerinin ruhsal alandaki yansımasıdır.
Travma, Savaş ve Ekonomik Kriz
Freud’un yaşadığı dönem, savaşların, kitlesel yıkımların ve ekonomik krizlerin iç içe geçtiği bir dönemdir. Birinci Dünya Savaşı, yalnızca politik bir felaket değil, aynı zamanda kolektif bir travmadır. Freud’un travma, tekrar zorlantısı ve ölüm dürtüsü üzerine geliştirdiği kavramları bu tarihsel bağlamdan koparmak mümkün değildir.
Kapitalizmin ilerleyişiyle birlikte hızlanan üretim, parçalanan toplumsal bağlar ve artan belirsizlik, ruhsal yaşamda süreklilik kaybına yol açar. Travma, bu süreklilik kaybının en uç noktasıdır. Freud’un kuramı, bu kırılmaları doğrudan adlandırmaz; fakat semptomların dili aracılığıyla görünür kılar.
Kültür Kavramı ve Kapitalizmin Dolaylı Eleştirisi
Freud’un kapitalizmi ismiyle anmaktan kaçınması, onun kuramını apolitik kılmaz. Aksine, tercih ettiği “kültür” kavramı, kapitalist düzenin birey üzerindeki etkilerini dolaylı olarak kapsayan bir çerçeve sunar. Kültür, dürtülerin bastırıldığı, arzunun düzenlendiği ve suçluluğun üretildiği alandır.
Kapitalist toplumda bu bastırma biçimleri belirli ve özgül şekiller alır. Bir yandan arzu sürekli kışkırtılır; diğer yandan performans, başarı ve ahlaki normlar aracılığıyla denetlenir. Bu çift yönlü hareket, nevrotik çatışmalar için son derece verimli bir zemin oluşturur.
Uygarlığın Huzursuzluğu ve Kapitalist Çelişki
Freud’un Uygarlığın Huzursuzluğu başlığı bile bu gerilimi açıkça işaret eder. Uygarlık ilerledikçe mutluluğun artması beklenirken, huzursuzluk derinleşir. Bu paradoks, kapitalist modernitenin temel çelişkilerinden biridir. Daha fazla üretim, daha fazla tüketim ve daha fazla özgürlük vaadi; daha yoğun kaygı, yabancılaşma ve tatminsizlikle sonuçlanır.
Freud bu çelişkiyi politik bir dil yerine, ruhsal ekonomi üzerinden ele alır. Tarih sahneden çekilmiş gibi görünür; ancak etkileri suçluluk, kaygı ve semptomlar aracılığıyla geri döner.
Sonuç: Tarih Bilinçdışında Kaybolmaz
Freud’un bilinçdışının kapitalist kültürlerin tesisi ve işleyişine karşı bağışık olduğu düşüncesi yanıltıcıdır. Bilinçdışı, tarihsel koşullardan bağımsız değildir; yalnızca bu koşulları doğrudan yansıtmaz. Onları dönüştürür, çarpıtır ve simgesel düzlemde yeniden üretir.
Freud’u kapitalizm eleştirisi açısından yetersiz bulmak, ondan beklenen şeyi yanlış yerde aramak olabilir. Freud bir politik ekonomist değil, kapitalist modernitenin bireyde bıraktığı izleri takip eden bir düşünürdür. Tarih bilinçdışında kaybolmaz; biçim değiştirerek geri döner. Kapitalist düzen de Freud’un kuramında tam olarak bu şekilde var olur: adı konmadan, ama semptomlarda açıkça hissedilerek.